21. Yüzyıla İnat Hala Ayakta: Büyükada Rum Yetimhanesi

Şehrini Tanı

Büyükada’nın Manastır Tepesi’nde yer alan Rum Yetimhanesi dışarıdan bakan gözleri heybetiyle selamlarken, Dünya’nın en büyük ahşap yapısı unvanını korumaya devam ediyor.

Prens adaları olarak da bilinen İstanbul açıklarındaki adaların en büyüğü olan Büyükada’da yer alan yapı ihtişamıyla hala varlığını sürdürüyor. 19. Yüzyıl’ın son yıllarında Fransız bir şirket tarafından Otel-Casino konseptiyle inşa edilerek bölgenin en büyük oteli olması beklenen yapı, bugüne kadar yalnızlığın gölgesinde ve Rum yetimlerinin anılarındaydı. Oysa ki binanın mimarisi, Osman Hamdi Bey’in bile ‘’Mimar-ı Şehir’’ olarak andığı Osmanlı üst yönetimi ve Fransız iş insanlarının vazgeçilmez mimarı olan Alexandre Vallaury’e aitti.

Şehrini Tanı20. yüzyıla göz kırparken inşa edilen binanın ahşap olmasının otantikliği ise otel olarak açılması için yeterli değildi. Casino konseptli olması sebebiyle Büyükada'nın ahlakını bozacağı söylentileri, dönemin padişahı II. Abdülhamit’in açılışına izin vermemesiyle sonuçlanır. Faaliyete geçemeyen yapı için ise el değiştirmekten başka çare kalmaz. 1903 yılında yine dönemin padişahı ll. Abdülhamit’in de katılımıyla Balıklı Rum Hastanesi’nde kalan çocukların oraya nakledilmesi üzerine büyük bir açılış töreni gerçekleştirilir. İçerisinde 106 oda, büyük bir mutfak, ihtişamlı bir kütüphane, ilkokul ve çeşitli meslek okulları bulunan yetimhanede 15 kişilik personel çalışmaktadır. İlkokulda ise 3 Rum, 2 de Türk öğretmen ders verirler. Yetimhanede kalan kimsesiz çocuklar, ilkokulu bitirdikten sonra, aynı yetimhane içerisinde bulunan sanat okuluna devam ederler ve kendilerine bir meslek edinilerek hayata kazandırılırlar.

Birinci Dünya Savaşı’nda ise binanın kaderi tamamen değişir. Orası artık Rum çocuklarının kendilerini geliştirdikleri ve topluma kazandırılan bir yer olmaktan çıkarak askeri kışlaya dönüşür. Kimsesiz çocuklar da Heybeliada'daki başka bir yetimhaneye nakledilir. Yetim çocukların nakledilmesi sonrasında da binaya Kuleli Askeri Okulu'nun mensupları yerleştirilir. Daha sonra da işgalcilerin Rum göçmenleri sığındırdığı bir durak haline gelir.

Bina ise, 1960’lı yıllara kadar yaşamaya devam ederken, 1964 yılından itibaren tamamen kapatılarak yalnızlığına terk edilir. 1964 yılında bina ile birlikte yetimhanenin işletilmesine de son verilir.

Şehrini Tanı

Heybeliada’ya nakledilen yetimhanenin son müdiresi Marika Hatsu, 2011'de yetimhane ile ilgili anılarını kaleme aldığı kitabında bu olayı şöyle anlatıyor:

".....Eğitim Bakanlığı binanın iki gün içinde boşaltılmasını ve kendilerine teslim edilmesini istedi. Gerekçe olarak yangın tehlikesi gösterildi. Birkaç günlük süre tanınması ricası reddedilince, çocuklar apar topar adada bulunan iki manastıra yığdırıldı. Çok hüzünlü bir manzara ortaya çıktı.

Akşamın saatlerine kadar herkes, küçük çocuklar dahil, panik içinde bir şeyler taşıyarak koşuşturuyor. Kiminin elinde bir battaniye, kiminin elinde kitaplar, kiminin elinde giysiler, çanak çömlekler vardı. 177 çocuğumuz yuvalarını böyle kaybetti."

"....Yetimhanenin kapatılmasından iki gün sonra kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda manastıra yığdırılan öksüz çocuklar da adada düzenlenen törenlere zorunlu olarak katılacak ve marşlar söyleyecekti.’’

"Çocuklarımızın dramı burada da bitmeyecekti. Eğitim Bakanlığı, çocukların sevk edildiği manastırların yetimhane standartlarına uymadığı gerekçesiyle tahliyelerini istemiş, çocuklar bu kez kendilerine, sığınacak birer aile aramaya başlamıştı."

Şehrini Tanı

60 yıllık hareketli yaşamından sonra sessizleşen binanın suskunluğu ise neredeyse 60 yıl sonra yeniden bozuluyor. 2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı BİMTAŞ’ın öncülüğünde binanın restorasyon çalışmalarına başlandı. Aynı zamanda yetimhane Fener Rum Patrikhanesi’nin idaresine bırakıldı. Şimdilerde Ada’nın tepesinde içi boş bir harabe olmasına rağmen dışardan bakanları heybetiyle selamlayan yapı, içerisinde yatan tozlu tarihiyle meraklı gözlere gebe kalıyor. Yılların getirdiği yorgunluğa rağmen o hala Dünya’nın en büyük çok katlı ahşap yapısı olarak namını sürdürüyor. Merdivenlerinde yer alan el işçiliği oymalar, etrafa saçılarak kendine yer bulmuş öğrenci kayıtları, üzeri isimlerle kazınmış okul sıraları ve bir asrı aşan tarihi… Hepsi zımparalanmayı ve parlatılmayı bekliyor. Özellikle salonun ortasında duran piyano, sanki hala çocukların akşam yemeklerini şenlendirmek için gün sayıyor.

Fotoğraf: Semra Şevki

-->