Bir Kahve ve Şeker Ahmet Paşa ile Tanışmak

Şehrini Tanı

Paris ya da Viyana’da değilim. Türkiye’de İstanbul’un göbeğindeyim.  “Beş dakikada Beşiktaş!” dedikleri yerde, bir resim müzesinin içindeyim.

Bu arada ben Ece. Raif Efendi ve Maria Puder’ın hikayesi gibi romantik bir hikaye değil okuyacaklarınız. Şeker Ahmet Paşa ile tanışma hikayem, içtiğim Türk kahvesi ve tatlılar…

Bir kitapta okudum; “Size haz veren şey neyse, onunla birlikte cehenneme kadar gidin.” diyordu. Bu nedenle, son zamanlarda ruhuma iyi gelen “şeyleri” kovalıyorum.  Haz almaya bakıyorum. Üsküdar’dan vapura biniyor ve Beşiktaş’a doğru yola koyuluyorum. Sanatın peşine düşünce, yorgunluktan biraz da şekerim düşünce cennetin kapısını aralıyorum. Korkmayın şeker komasından halüsinasyon görmüyorum. Burası Resim Müzesi’nin içerisindeki Şeker Ahmet Paşa Çay salonu. Ve ben cennete giriş yapıyorum. Kapıda Şeker Ahmet Paşa beni karşılıyor. Hemen Ahmet Paşa’nın koluna giriyorum ve cam kenarında, boğaza nazır bir masayı gözümüze kestiriyoruz. Oturmam için sandalyemi çekiyor tüm centilmenliğiyle. Gözlerinin içine bakıp ama mahcup bir tavırla gülümsüyor ve teşekkür ediyorum. Karşılıklı oturuyoruz. Sonra tüm nezaketiyle soruyor.

Şehrini Tanı-Ne yer, ne içersiniz?

-Sade bir kahve ve yanında tatlı alırım.

Garsonu çağırıyor ve “Hanımefendiye sade bir Türk kahvesi ve en özel tatlınız.” diyor.

Uzunca bir sohbetin başlangıcı böylelikle başlıyor.

 

-Resim müzesinde size ait tabloları gördüm ve şekerim düşünce çay salonuna yöneldim. Salonunun dekorasyonu bana Paris’te kaldığım dönemde gittiğim kafeleri anımsattı diyebilirim. Her neyse çok uzattım Şeker Ahmet Paşa kimsiniz? Sizi tanımak isterim.

Küçük hanım ben Şeker Ahmet Paşa, İstanbul'un Üsküdar semtinde doğdum. 1855 yılında Tıbbiye Mektebi'ne girdim. Tıp öğrenimimi tamamlamadan Harbiye Mektebi'ne geçtim. Harbiye Mektebi'nde aldığım anatomi ve perspektif dersleri ile resim yeteneğimi geliştirdim. Resme olan ilgim ortaya çıkınca da Sultan Abdülaziz tarafından Paris'e gönderildim. Paris’te yedi yıl Gerome ve Boulanger atölyelerinde çalıştım.

-Peki ya sonra?

Şehrini TanıParis Uluslararası Fuar sergisinde resimlerim sergilendi. 1867 yılından bahsediyorum. Resimlerim Salon’a kabul edildi.  Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve beni resim seçip almakla görevlendirdi. 1870'te akademiyi bitirdim. Bununla kalmadım tabii ki Prix de Romeu kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildim. Yurda dönünce Kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandım (1871). Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Sultanahmet'teki Mekteb-i Sanayi'de Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardım (27 Nisan-1873). Bu sergi, Osmanlı'da açılan ilk resim sergisiydi biliyor musunuz?

-Ne büyük şeref! Biraz da sanatınızdan söz edelim o halde. Merak ediyorum, yaşadığınız dönem boyunca siyasal ve sosyal açıdan pek çok olay olmuş ancak resimlerinizde bu tür olayları ele almamışsınız. Neden?

şehrini tanıBu konu sıkça soruluyor. Şöyle açıklayayım; Paris'te bulunduğum yıllarda, tabiatta yapılan resmi savunan Barbizon ekolü ressamlarından etkilendim. Sonrasında ise bakışlarımı doğaya çevirdim. Sıcak renkler, yumuşak fırça dokunuşlarıyla bezeli natürmortlar, meyve tabakları, vazoda çiçekler, buğulu ormanlar, doğal peyzajlar… Özenli işçilik ve titizlikle çalışmak. Sanatım ve çalışma prensibimi bu cümlelerle anlatabilirim. En önemlisi de sadece bulunduğum dönemin sanatçılarına değil, sanata kalbini verecek gelecek nesillere de ince bir anlatım bırakmak ve aktarmaktır sanatım.

Kahvemden bir yudum, tatlımdan bir çatal alıyorum. Ufak bir sessizlik oluyor. İkimiz de camdan dışarı bakıyoruz. Şeker Ahmet Paşa’nın yansıması denizin dalgalarına vuruyor. Camdaki yansıma kayboluyor. Daha fazla tutamıyorum yanımda. “Onu tanımak için daha fazla soru sorabilirdim.” diye içimden geçiriyorum.  Tatlımı ve kahvemi bitiriyorum. Hesabı ödemek için kalkıyorum.

Salondan çıkarken oturduğumuz masaya tekrar bakıyorum. Şeker Ahmet Paşa orada bana bakıyor. Selam veriyorum. Gülümsüyor.

şehrini tanıNe uzun, ne de kısa bir yürüyüşün ardından iskeleye varıyorum. Her zaman hazır olan vapur oracıkta beni bekliyor. İstanbul kartımı turnikeye okutuyorum ve vapura doğru yürüyorum. Hava serin. Bu nedenle kapalı salona doğru yürüyorum. Boş bir koltuğa oturup, bilgisayarımı açıyorum. Not defterime şu cümleleri yazıyorum. “Bugünü unutma Ece! Kırk yıl hatırı olacak bir dostluğun ilk kahvesini içtin. Hazzın belli ki sanatın peşinde. Kahve bahane, o seni yine aynı masada bekler, Şeker Ahmet Paşa Çay Salonu’na yine gel.”

-->