Haliç'ten Geçen Yolculuk

Haliç'ten Geçen Yolculuk

Cibali’den Alibeyköy’e uzanan tıngır mıngır bir tramvay yolculuğunun adı, T5. Gerçi bizler öyle bilmeyiz, biz deriz ki: “Eminönü-Alibeyköy tramvayı.” sonra ekleriz: “Gerçi daha Eminönü tarafı açılmadı ama yakındır.”

Hasan da anasına böyle söyledi, tramvaya binmeden önce. Anasına söyledi ya kendisi de hala inanamıyordu Cibali’den bindiği bir toplu taşıma aracının Alibeyköy Cep Otogarı’nda son bulacağına. Yeni evine taşınmış, annesi de ona yardıma gelmişti. Sayılı gün çabuk geçmiş, gün içinde ev yerleştir temizle; akşam da çay-çorba, çekirdek-sohbet derken eve dönüş zamanı gelmiş çatmıştı. Cibali’de istasyonda tramvayın içinde hareketini bekliyorlardı. Anası huzursuzlandı: “Bir soruver bakayım oğlum, yanlış mı bindik, bozuk mu bu tren?” Hasan sormaya davranacaktı ki güvenlik görevlisi gülümseyerek yanıtladı: “Yok anacım, 11 dakikada bir kalkıyoruz.”

“Beni otogara götürecek mi bu şimdi?”

“Evet anacım, oraya kadar gidiyoruz.”

Fotoğraf: Gülen ErendağEminönü-Alibeyköy

Yolculuğa çıkma huzursuzluğu, yaş ile doğru orantılı olarak artıyor. Yaş ilerledikçe huzursuzluk da ilerliyor. Erkenden durakta olmak, erkenden otobüsün kalkacağı otogara ulaşmak… Yolculuğa dair ne varsa erkenden yapmak yaşlandıkça yürek ferahlatıyor. Hasan’ın anası da böyle olmuştu. Ne yapsındı, huzursuzlanıyordu işte. Hasan, anacığının yüreğine su serpmek için ekledi: “Anacım, bu tramvay yeni açıldı, bak gör bizi yarım saatte atacak otogara.” Anası çok da inanmamıştı Hasan’a, yine de oğlunun hevesini kırma taraftarı değildi. Az sonra tramvay hareket etti. Büyük pencerelerinin ardında İstanbul kare kare, sahne sahne geriye doğru kaymaya başladı. Hasan parmağı ile bir yeri gösterdi: “Bak anne, şu binayı görüyor musun? Orası bir üniversite. Eskiden tütün fabrikasıymış. Hani ‘fabrika kızı’ şarkısı vardı ya. O şarkı bu fabrikada çalışan bir kıza yazılmış. Eski Tütün Fabrikası orası.”

“Bu binalar ne kadar renkli böyle!”

“Evet anacım, bak burası Fener, biraz sonra da Balat’a varacağız. Hani hatırlıyor musun, seninle sokaklarında gezmiştik, bu pandemi olmadan önce?”

“Evet, hatırlıyorum, çok güzel sokakları, kedileri, antikacıları vardı.”

“Bak, peki bu binayı hatırlıyor musun? Demir Kiliseyi?”

“Her tarafı demirden diye kandırmıştın beni!”

“Hayır anne, kandırmamıştım, sahiden de demir!”

Annesi hala inanmıyordu: “Hadi oradan sen de!”

Fotoğraf: Gülen Erendağ

Eminönü-AlibeyköyTramvay, Sveti Stefan Kilisesi’nin önünden süzülerek geçerken, diğer tarafa başını çevirdi Hasan, Haliç sularının karşı kıyılarına elini uzatsa dokunacak gibiydi. Sessizce Balat Hastanesi’nin yanından geçti tramvay, Ayvansaray’a vardı. İstasyonda durduğu toplam 2 dakika bile değil. Hasan annesine Ayvansaray’ın, tramvaydan gördükleri yerlerini anlatmaya başladı: “Bak anacım, bu yıkılmış duvarlar çok eski zamanlardan kalma, ta Bizanslılardan. Bak, burada bir türbe var. Muhammed El Ensari Türbesi. Hemen yanındaki yapıya bak, mermerden; sanıyorum bir çeşmeymiş bu zamanında.”

Annesi başını diğer tarafa çevirdi, sesini cıvıl cıvıl bir heyecan sardı: “Oğlum, bak, bak! Martılar bizimle birlikte geliyor!”

Hakikaten de T5, yani bizim bildiğimiz adıyla Cibali-Alibeyköy tramvay hattı, vapurlar gibi martılar için oyun arkadaşı olmuştu.

Sahilde huzurla uyuyan tekneler denize tekrar açılacakları günü beklerken onları sanki kucaklayan ağaçların kollarının, dallarının altında huzur buluyorlardı. Bir kedi koşuyor, yerlere düşmüş yaprakları havalandırıyor, kendi kendine bir oyun oynuyordu keyifle. Tramvay bir büyük alanın yanından geçerken annesi sordu: “Hasan, burası neresi?”

“Anacım, burası Feshane. Yaklaşık 200 yıl önce kurulmuş, o zaman Osmanlı ordusunun fes, aba gibi ihtiyaçlarını karşılıyormuş.”

Karşı kıyılarda rengârenk binalara güneş vuruyor, günün en güzel görüntülerini, aradaki denizle hareleyerek seriyordu ana-oğulun gözlerinin önüne. Durdu tramvay.

“Hasan, nereye geldik?”

“Burası Eyüp anacım. İstasyonun adı Eyüpsultan Teleferik. Şu pandemi bir bitsin, seni teleferik ile Pierre Loti’ye de çıkartacağım. Orası çok güzel bir yer, bizim kıyısından geçtiğimiz tüm bu kanalı görüyor, biliyor musun?”

“Salep de içer miyiz orada?”

“İçeriz tabi, yazın limonata, kışın salep içeriz. Hatta orada salep içer, ardından tekrar bu tramvaya binip Eminönü’ne döner, orada da Vefa’ya gider, boza içeriz anacım!”

“Evet oğlum, şu musibet pandomim bitsin gelir salep de içeriz boza da.”

Hasan gülümseyerek tekrarladı kendi kendine: “Hakikaten de pandomim.”

Fotoğraf: Gülnur Onur

Eminönü-Karşı kıyıda kırmızı bir yapı gördüler. Hasan, annesine göstererek “Burası, Haliç Kongre Merkezi” dedi. Hemen yanında başlayan Haliç parkı ile karşı kıyılar yemyeşil görünüyordu. “Oğlum, bu şehre âşık olmakta haklısın be!” dedi annesi gülerek.

Eyüpsultan Devlet Hastanesi durağından sonra Silahtarağa Mahallesi geliyordu. Geldikleri yer gibi değil, gidecekleri yere de hiç benzemiyor; bambaşka bir dünyadan geçiyor gibiydiler. Yemyeşil ve tertemiz parklar, parklarda koşan, konuşan, spor yapan insanlar… Bankta oturup kitap-gazete okuyan, günün güneşinden olabildiğince faydalanmaya çalışan kadınlar, erkekler, çocuklar… Parklardan bir tanesinde kırmızı tuğladan örülmüş uzun bir baca gördüler. Çok uzundu, neredeyse gökyüzünün maviliğine kadar gidiyordu ağzı. O bacanın ne olabileceğini konuştular. Hasan telefonundan baktı, hemen öğrendi: “Anacım, burası eskiden bir taş ocağıymış. Burada da bir fabrika varmış. Fabrika yıkılmış ama bacası kalmış.”

Fotoğraf: Gülen Erendağ

Eminönü-AlibeyköyTramvay ilerledi. Karşı kıyı iyice yakınlaşmaya başlamıştı. Haliç’in suları, artık bir kılcal damar gibi kalmıştı iki taraf arasında. Zamanla aradaki sular küçüldü, azaldı, yer yer kayboldu. Dere yatağında köpekler birbirlerini kovalar oldu. Eski İstanbul’un o görkemli, ihtişamlı, büyülü yerleri, insanı hayalden hayale sürükleyen kareleri yerini üst üste binalara, oradan oraya giden insanlara bıraktı. Ana-oğulun içini derin bir sessizlik kapladı. Alibeyköy Merkez, sonra Alibeyköy İstasyonu’nda durdular. İnsanların hayat kavgası içindeki hallerini gördüler. Böylelikle Alibeyköy Otogarı’na geldiler. Hasan davrandı: “Haydi anacım, geldik.” Anacığı şaşkınlıkla Hasan’a baktı: “Aa, yarım saat oldu mu? Daha yeni başlamıştık yolculuğa!” gidecekleri yere varmanın heyecanıyla indiler.

Tramvayda kimse kalmadı. Kapıları kendi kendine kapandı. Oturan: 62, ayakta: 148 kişilik boşluk, tıngır mıngır eski İstanbul’a doğru zamanda ve elektriksiz raylar üzerinde yolculuğuna tekrar başladı.

Metin: Sinem Baş

-->