İstanbul Meydanları

Şehrini TanıFotoğraf: Orhan Ölmez

Meydanların Dili Olsa da Konuşsa...

Meydan; alan, saha anlamına gelen ve Arapça dilinden Türkçe'ye geçmiş bir kelimedir.

Hani bazen kendi içimize döner; zihinde sessizliğe, yavaşlamaya ve içimizde sonsuzluğa yer açmaya yani kendimize kalabalıklar içinde alan yaratmaya ihtiyaç duyarız ya. Bir kentin meydanları da işte o kalabalıklar içinde yeri gelip kendimizi bütünün içinde hissettiğimiz yeri gelip o bütünün dışında kendimize yer bulduğumuz adeta kent dokusu içinde “psikolojik bir dinlenme yeri” diyebileceğimiz alanlardır.

Yazımı yazmaya başlamadan önce, meydan sizin için ne anlama gelir diye, arkadaşlarıma sorduğumda, bu soruya sevgili Elif Durhan'ın verdiği cevap, meydanlarla farkında olmadan kurduğumuz duygusal bağı çok da güzel ifade eder. ''Ben Sultanahmet meydanını seviyorum. Bu zamanın ötesinde bir yer. Orda bulunduğum anlarda kendi hayatım ve güncel hayatta olan tüm sorunlar, çabalar, amaçlar, umutlar ve hayal kırıklıkları anlamını yitiriyor ve başka türlü bir hale bürünüyor. Huzurla her şeyi anladığım, kabul ettiğim ve şükran duyduğum bir şeye dönüşüyor.''

İstanbul hem doğal güzellikleri hem tarihi zenginliği açısından çok ayrıcalıklı bir şehirdir. Cumhuriyet ile başlayan kent algısının önemli sembollerinden biri olan meydanlar, işte bu doğal ve tarihi zenginliğin içinde kendine yer bulmaya çalışan, kent insanının günlük koşturmacası içinde nefes aldığı çok önemli duraklardır aslında. İnsanlar için fiziksel ve psikolojik fonksiyonu olan bu alanlar, kişiyi cadde ve sokak kargaşasından uzaklaştırıp özgürleşme olanağı sağlar.

Tarih boyunca Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet sonrasında özellikle İstanbul'un toplumsal yaşamında önemli rol oynayan meydanlar, geçmişten günümüze farklı ihtiyaçlara da ev sahipliği yapar.

Fotoğraf: Semra Şevki

Bu meydanlardan biri, Yedi Tepeli İstanbul’un üçüncü tepesi üzerine kurulmuş olan Beyazıt Meydanı'dır.1454 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve 'Eski Saray' adıyla bilinen şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin ana kapısı Beyazıt Meydanı'nı tüm heybetiyle karşılar. Tarih boyunca Hürriyet Meydanı olarak da bilinen alan, İttihat ve Terakki'nin moral bulmak için toplandığı, 19.yy sonunda ise siyasi suçluların idam edildiği ve 60'lı yıllarda birçok öğrenci protestolarına ve siyasi eylemlere sahne olmuş kentin siyasi yaşam hikayelerine şahitlik ederek kent hafızasında yerini almıştır.

Fotoğraf: Semra Şevki

Sultanahmet Meydanı ise; Bizans İmparatorluğu döneminde Hipodrom, Osmanlı İmparatorluğu zamanında ise Atmeydanı olarak bilinirdi. Şehrin en önemli meydanlarından birisi olan alanın içerisinde Roma sirki, bugün Sultanahmet Camiinin olduğu noktada ise Büyük Saray bulunurdu. İstanbul'da, Tarihi Yarımada içinde yer alan Sultanahmet Meydanı için şehrin kalbidir desek çok doğru bir tanımlama yapmış oluruz diye düşünüyorum.

Bir tarafında Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, İbrahim Paşa Sarayı; diğer tarafında Yerebatan ve Binbirdirek sarnıçları ve ortasında ünlü Alman Çeşmesi ile Mısır'dan getirilen Obelisk ve Apollon Tapınağı'ndan getirilen Yılanlı Sütun ile dünyanın kültür tarihi açısından 2500 yıllık geçmişiyle çok önemli bir konumdadır. Bu sebeple de günümüzde çok sayıda turisti ağırlayarak tabiri caizse ''Dünyaya Açık Meydan'' ünvanını hakeden bir yerdir.

Sultanahmet Meydanı ayrıca yakın tarihte Sultanahmet Mitingleri diye bilinen 15 Mayıs 1919'da İzmir'in İşgali üzerine Türk Ocağı ve Karakol Cemiyeti tarafından 1919-20 tarihleri arasında düzenlenen 4 mitingde tarihe geçmiş konuşmalara da şahitlik etmiştir.

Kurtuluş Savaşı'nda cephede Mustafa Kemal'in yanında görev yapmış bir sivil olmasına rağmen rütbe alarak savaş kahramanı sayılan Türk yazar, siyasetçi, öğretmen Halide Edip Adıvar nam-ı diğer Halide Onbaşı'nın ''Yediyüz senelik minareler, mavi semalarıyla bize baktığı bu günlerde, Osmanlı bayrağı, Osmanlı hakkı için can vermekten çekinmeyeceğinize yemin ediniz!" sözleriyle halkı direnişe çağıran konuşması, Sultanahmet Meydanı'nın meşhur olmuş direnişlerinden biri olarak tarihte yerini almıştır.

Fotoğraf: Orhan Ölmez

Cumhuriyetle beraber 1926 yılında yeni bir toplanma alanına ihtiyaç duyulur ve Taksim Cumhuriyet Meydanı adıyla İstanbul yeni bir meydana daha kavuşur. Meydan için sembolik bir anıt yaptırma fikri doğar ve anıt, dönemin Roma'da yaşayan İtalyan heykeltraşı Pietro Canonica'ya sipariş edilir. Canonica, anıtın nereye yapılacağını öğrenmek ister ve Taksim cevabını alır. Osmanlı döneminde şu an Taksim Meydanı olan bölgede bulunan bir su deposundan civar semtlere su dağıtmak (suyu taksim etmek) için küçük bir maksem yapılmıştır. Meydan adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun "taksim edildiği" Taksim Maksemi'nden alır ve Canonica hem zaferi hem su hatıratını sembolize etmesi için Taksim Cumhuriyet Anıtı'nı Mustafa Kemal Paşa'nın da olduğu diğer heykellerle beraber, su yalağı ve yalağın üzerinde muslukların olduğu bir havuzun içinde tasarlar. Fakat dönemin maddi imkansızlıklarından dolayı sanatçının son taksidi ödenemediğinden anıt havuz olmadan tamamlanır.

Yaklaşık 280 yıllık bir geçmişi olan bu meydan, Topçu Kışlası, Atatürk Kültür Merkezi, Marmara Oteli, Taksim Su Sarnıcı, Gezi Parkı, kültür merkezleri, farklı mimari yapıdaki binaları, İstiklal Caddesi, nostaljik tramvayı, yeni yapılan Taksim Camii ile İstanbul'un Türkiye'ye açılan penceresi diyebiliriz. Türk Siyasi Tarihi'nin çok önemli direnişlerine şahitlik etmiş olmasıyla da dünya ekseninde bir meydan olma özelliğindedir.

Fotoğraf: Semra Şevki

Beşiktaş-Üsküdar-Kadıköy meydanları; İstanbul'un denizle buluştuğu ve insanlara iki yaka arasında farklı ulaşım türlerini kullanma imkanı verdiğinden transit geçiş kolaylığı sağlayan önemli duraklardır. Kent kimliğine damga vurmuş ve tarihsel süreç içerisinde de farklı nitelikte olaylara, etkinliklere yer açmış, ticari, dini, mimari ve turistik özellikleri ile birbirinden bağımsız gibi duran fakat birbirini bütünleyen alanlar olarak da düşünebiliriz bu meydanları.

Peki, sizlerin meydan anılarında neler var şehir hafızanızda yer alan?

Kadıköy Haldun Taner'in önünde beklenen sevgili mi?

Beşiktaş'ta iş dönüşü ayaküstü eve gitmeden büfeden alıp atıştırdığın ciğer sandviç mi?

Ya da Beyazıt Meydanı'ndan, kestirmeden Kapalı Çarşı içinden Eminönü'ne inmek için, geçerken uğradığın sahaflar mı?

Yoksa, kendini yaşadığın şehirde turist olarak hissedebileceğin en keyifli yer olan Sultanahmet Meydanı'nda bir bankta, elinde simit ve çayınla oturmuşken mi?

Ya Üsküdar, ah o Üsküdar! Tarihi yarımadaya karşı kucak açmış meydanında vapurdan inmiş, bağıra bağıra şarkı söyleyerek yürürken mi?

Fotoğraf: Pınar Erdem

-->