“İlk ülkenin bizim ülkemiz olması çok anlamlı.”
“Umuyor ve diliyoruz ki bu yasayla din, dil, ırk ayrımı yapılmaksızın, hiçbir kadına fiziksel, ruhsal, cinsel şiddet olmasın.”
“Kadının özne olduğu her konuda, Meclis'in birlikte hareket etmesi gerekiyor.”
“Bu sözleşmeyle Türkiye, önemli bir yükün altına giriyor."
Peki İstanbul Sözleşmesi nedir?
Yukarıdaki sözler, İstanbul Sözleşmesi adıyla bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edildiği gün, TBMM’de bulunan siyasi partilerin grup başkanlarının ve vekillerinin sözleri.
Büyük bir heyecan, gazetelerin hepsinde benzer başlıklar: “Kadına şiddet sözleşmesini ilk Türkiye imzaladı.” Bu heyecanı hak ediyor muydu bu sözleşme? Yüzde yüz! Peki neydi bu sözleşme? Neden bu kadar önemliydi?
Avrupa Konseyi’nin 2011’deki dönem başkanı Türkiye’ydi. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi’de bu sebeple İstanbul’da 7 Nisan 2011'de onaylandı ve 11 Nisan 2011'de ülkelerin imzasına açıldı. Sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke ise Türkiye oldu.
İstanbul Sözleşmesi’nin ilk maddesinde aslında temel amaçlar çok net bir şekilde sıralanmış durumda
(İstanbul Sözleşmesi, Madde 1-1):
- Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
- Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dâhil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
- Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;
- Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;
- Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.
Bu amaçlardan da anlaşılacağı üzere sözleşme; devletlere ve kurumlara çeşitli sorumluluklar yüklüyor ve kadına şiddetle hiçbir ayrımcılık uygulamadan mücadele edilmesini istiyor. Toplum içerisinde kadınlara veya erkeklere biçilmiş çeşitli rollerin, gelenek adı altında normalleştirilen yanlışların, “aile içinde olan aile içinde kalır” gibi klişelerin yıkılması gerektiğini ve bunların şiddet için bahane olamayacağını çok net şekilde belirtiyor. Aslında “toplumsal cinsiyet” kavramı da tam olarak burada devreye giriyor. Toplumsal cinsiyet, toplum içerisinde kadınlara veya erkeklere biçilmiş roller, töre veya gelenek adı altında koyulmuş kurallar, oluşturulan algılar gibi noktaları tanımlıyor. Hepimizin kabul edeceği gibi, şiddetin bahanesi olmaz. Dolayısıyla da toplumsal cinsiyet, şiddetin değerlendirilmesi noktasında bir parametre olmamalıdır.
Belki son dönemde kulağınıza gelmiştir; İstanbul Sözleşmesi’nin “aile yapısını bozduğu” şeklinde bir iddia dolanıyor. Peki bunun gerçekliği var mı? Bunu değerlendirmek için hepimizin kendi kendimize sorup cevap vermesi gereken bir soru var aslında: Bir aile içerisinde şiddet varsa, o yapıya gerçekten ‘aile’ diyebilir miyiz? Toplumda maalesef kabul edilmiş bazı yanlış düşünceler var. ‘Kadın şiddet görse dahi evliliğini sürdürmek zorunda” gibi asla kabul edilemeyecek genel geçer söylemler sebebiyle şiddet vakalarının üstünün örtüldüğünü hepimiz görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi tam da bunun için önemli ve aslında zaten bozulmuş aile yapısından, şiddet mağduru olan kişilerin kendilerini kurtarmasına olanak sağlıyor.
Sözleşme imzalandı, yürürlüğe girdi ama bir türlü kadına şiddet azalmıyor; hatta artıyor. Bu da yine “sözleşme işlevsel değil” gibi yorumlanabiliyor ama burada hatırlatılması gereken tam olarak şu: Bir sözleşmenin imzalanmış ve yürürlüğe girmiş olması aslında hiçbir anlam ifade etmiyor. Sözleşmenin doğru şekilde uygulanması ve denetlenmesi ile bu sözleşmeden verim alınması mümkün. Maalesef Türkiye’de uygulamalarda ciddi aksaklıklar devam ediyor ve bu da vahşice katledilen veya düzenli olarak şiddet gören kadınlarla ilgili her geçen gün yeni haberlerle karşılaşmamıza sebep oluyor.
Tüm bunlardan yola çıkarak, aslında bugün konuşmamız gerekenler, bu sözleşmenin nasıl daha iyi uygulanabileceğine dair öneriler olmalı. Sözleşmeden çıkmak veya sözleşmeyi yırtıp atmak, bunca yıldır kazanım olarak elde edilen her başlığın elimizden kayıp gitmesine sebep olur.
İşte bu yüzden; #İstanbulSözleşmesiYaşatır ama uygulandığı sürece…