Fotoğraf: Orhan Ölmez
Geçmiş günlerde işinin ehli ustaların hünerlerini döktürdüğü, elleriyle biçim verip parlattığı, onardığı, kendi dükkânında satışa sunduğu ürünlere özgü bazı meslekler günümüzde artık bulunamaz oldu.
Endüstrileşmenin sonucu olarak fabrika ve atölyelerde yapılan seri üretimler, sürekli yenilenen teknoloji, hayatın hızlı akışı gibi nedenlerle el emeğine dayanan bireysel meslekler süreç içinde durma noktasına geldi. Kimimizin çocukluğundan hatırlayacağı macuncular, bıçak bileyicileri, kalaycı ve sepetçiler şimdi neredeler? Geçmişin silik anıları arasında kaybolmaya yüz tutan keçeci, hasırcı ve kaşıkçılar, çıkrıkçı, nalbant ve semerciler kullanım azaldıkça düşen talep yüzünden ortadan kalktılar.
Günümüz insanının değişen ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda büyük beceri gerektiren ve aslında birer küçük sanat eseri sayılabilecek ürünlere olan ilgi azalıp gitmekte. Yöresel üretimini sürdüren bastonculuk, bakır dövmeciliği, sedefçilik, yemenicilik, el basmacılığı dışında büyük şehirlerimizin belirli mahallelerinde bulunan yorgancı, çömlekçi, taş yontucu ve artık çok ender rastladığımız ayakkabı boyacıları da kaybolan mesleklerin başlıca örnekleridir diyebiliriz.
Fotoğraf: Orhan Ölmez
Her biri binbir zahmetle yapılan ve zamanla ustalaşılan el becerisine dayalı bu meslekler peki nasıl yaşatılabilir? Yeni talepler yaratmak için yöresel ürün etkinlikleri düzenlemek, günümüz zevklerine uygun tasarımlar geliştirmek, sponsor kaynakları bulmak bu konuda yapılabileceklere birer öneri niteliğinde olabilir. Ayrıca ustaların kendinden genç kuşaklara mesleki bilgisini aktarması için çırak yetiştirmesi esastır. Ancak anlaşılan odur ki çıraklığa ilgi duyan ve zaman ayıran gençler de azalmıştır. Mesleklere ilgi uyandıracak eğitim/öğretim programları buna bir çözüm getirebilir…
‘Kaybolan Meslekler’ konusunu böylesi etraflıca düşünerek Sarıyer içlerinde yürüyordum. Hızla değişen yaşam tarzı, teknoloji ve alışkanlıklar insanı geçmişin mesleklerinden uzaklaştırıyor, bu sokaklarda ben ne bulurum ki diyordum. Çevreme dikkatle bakıp, çocukluğumdan beri tanıdığım mesleklerden acaba buralarda hangileri var diye araştırırken önce bir hırdavatçı gördüm. Tabelası ve vitrini canlı ancak kapısı kapalıydı. Girip konuşamadım.
Sonra bir aynacıya rastladım. İçi neredeyse boş, sahibi ortalıkta yoktu. Tek tük kalmış aynalar arasından biri üzerine yazılı felsefi mesajıyla eskiden gelen derinliği yansıtıyordu:
Fotoğraf: Serap Başol
“Aynada Sır mısın? Suret misin?
Aynaya bakan biri aynayı görebilir mi?
Kimse aynayı göremez!
Ya ne görür?
Suret görür.
Ayna karşısında ne varsa onu yansıtır.
Aynaya baktığında gördüğün her şey baktığın yerin yansımasıdır.
Peki, ayna nerede?
Görünenin ardında öyle bir hakikat vardır ki sırrı çözmen için aynayı kırarsın.
Lakin suretten olursun!
Aynayı kırma!
Aynacı “
Düşündüm; Ne kıymetli esnafımız vardır bizim! El emeğinin, alın terinin zorluğu ve saflığını zanaatine hem taşır, hem yansıtır. İşinin zahmeti ve doğallığı yaşam öğretisini içerir. İşte yüzlerce yılın Ahilik geleneği, bir küçücük aynanın suretinde gizli!
Fotoğraf: Gülen Erendağ
Fotoğrafını çekip yürümeyi sürdürdüm. Derken birden sade küçük yazısı ve gülümseten adıyla bir Yorgancı dikkatimi çekti. Kapıdan başımı uzatıp selam verdim; “İzninizle kaybolmaya yüz tutmuş mesleğinizle ilgili konuşmak ve fotoğraf çekmek istiyorum” dedim. Beni içeri buyur ettiler. “Salgın olmasa çay da ısmarlardık ama” dediler. İçmiş kadar oldum deyip, kapı kenarına iliştim. Tabandan yükseltilmiş bir zemin üzerinde oturmuş yorgan dikiyorlardı. İki duvarda boydan boya dikilmiş saten yorganlar asılıydı. Parlak renkli kumaşlarla ustaların marifetlerini gösterdiği yüzler dikilmiş, duvarlara asılmıştı. Sipariş verenlerin yorganları hazırdı. El işlemeli desenler zanaatlarını pek güzel yansıtıyordu.
“Şimdi böylesi saten kumaş bulmak zorlaştı, hem talep de azaldı.” dediler.
“Kaç yıldır buradasınız?”
“Sarıyer’e 1978’de geldik, 12 yaşında yorgana başladım” dedi büyük abileri İsmet Usta. “Şimdi atmış dört oldum.”
Fotoğraf: Serap Başol
Trabzonlu üç kardeşten ikisi ellerindeki yorganı dikmeye devam ettiler. Fotoğraflarını çekerken maskelerini indirdiler. Sonra duvarda asılı yorganlardan birinin altından el emeği oldukça zengin başka bir yorgan ortaya çıkardılar.
Ben; Ooo, ince zarif Osmanlı Lalesi motifi deyince bilgime memnun oldular.
“Yıllar önce bir gazeteden gelip bizimle söyleşi yaptılar, sizinki nerede çıkacak?” diye sordular.
“Bilmem ki dedim, bakalım. Size haber veririm, fotoğrafları da yollarım.”
Yorgancılığı öğrenen kimse yok mu yanınızda? Keşke bildiklerinizi gelecek kuşaklara da aktarsanız dememle hepsi “Ah” diye iç geçirdi.
“Gençler hem sabırsız, hem isteksiz.
Öğrenmeye hiç niyetleri yok bu mesleği”
El emeği, göz nuru, nakışlı, işli, değerli, ağır yorganlar diğer mesleklerde olduğu gibi belki çeyrek asıra bile kalmadan ortadan kaybolacak. Evinde bulunanlarda, koleksiyon yapanlarda, ya da sadece müzelerde kalacak. Gidişat bunu gösteriyor. Ne yapalım? Korumak için ilgi gösterelim, gündeme alalım, değer bilelim, yaşatalım.
Birlikte hayat bunu gerektirir öyle değil mi?
Yorgancılığı halen yaşatan ustalarla tanışmak bugünlük beni memnun etti.
Dükkânın adına gelince; işlerini can-ı gönülden severek yaptıklarının delili:
“Mutlu Diken İğne” Yorgan Evi!
Fotoğraf: Serap Başol
Metin: Serap Başol
Sarıyer, İstanbul
Şubat 2021