Herkese merhaba,
Üniversite yıllarımda, İşletmeye Giriş dersi hocası sınıfa girdiğinde güçlü bir “Merhaba!” derdi. Bir gün bizlere “Arkadaşlar, merhaba ne demek biliyor musunuz?” dedi.
Hepimizin günlük hayatta kullandığı ancak tanımla dediğimizde tanımlayamadığı bazı kelimeler vardır. “Merhaba” kelimesi de benim için öyleydi. Sınıftaki diğer arkadaşlarım gibi ben de anlamını söyleyemedim. Her neyse, anlamını tarif edemeyenler için hocamızın açıklamasıyla “Merhaba” kelimesinin “Rahatla, rahat ol” anlamında olduğunu hemen söyleyeyim. Neden “Merhaba” diyerek giriş yapmış olabilirim bu yazıya? Evet, biraz rahatlamanıza ihtiyacım var. Çünkü, gerçek ve bir o kadar da tatsız bir konuyu ele alıyorum bu yazıda. Konum: “İstanbul’daki Tarihi Mezar Taşları.” Tatsızlığı ve gerçekliğinin sebebini tahmine etmişsinizdir. Temamız “ölüm.”
Gerçek dünyadan elimizi ayağımızı çektiğimiz ve dijital dünyada yaşamımızın büyük bir bölümünü geçirmeye başladığımız bu dönemde, sosyal medya kanallarındaki biyografi bölümlerinin bir nevi mezar taşı olarak kullanıldığını düşünüyorum. Mezar taşları da dünyada nasıl anılmak istediğimizle ilgili son dökümanlarımız değil mi? Bu arada sizin sosyal medya kanallarında kullandığınız biyografi notunuz nedir? Benim “Lahmacun seven bir prenses.” Mezar taşıma bu notu yazdırır mıyım bilemiyorum. Bildiğim tek şey, dijital dünyada şimdilik böyle anılmayı tercih ediyorum.
Dünya dediğimiz ve üzerinde yaşadığımız gezegenin adaletsiz olduğu konusunda hem fikir miyiz bilemiyorum. Yazım için minik bir araştırma yaptığımda bir kez daha anladım ki toprağın üzeri adaletsiz ve çıplak bedenlerimizle toprağın altında eşitiz. Dönemlerin geleneğine bağlı olarak mezar taşlarında bile statünüz çeşitli sembollerle anlaşılıyor. Örneğin; meftunun sağlığında giydiği başlığın taştan oyulmuş bir örneği bulunan başlıklı mezar taşının ilk örnekleri çok azdır. Rumelihisarı Şehitlik Mezarlığı’ndaki Mahmud Çelebi’ye ait mezar taşı bu grubun ilk örneklerindendir.
Gövde prizmatik ve sütunçelidir, kitabe metni ise isim, unvan ve duadan ibaret olup sütunun dört yüzeyine iri harflerle yazılmıştır. Askerî ve mülki erkân ile saray hizmetlilerinin başlıklı mezar taşları büyük bir grubu meydana getirirler. Sadrazamdan en küçük memura kadar toplumun önemli bir kısmının kullandığı bu başlıklardan, en azından eşit statüde olanlar için mezar taşlarında aynı veya benzer başlıkların kullanıldığı görülmektedir. Bürokrasinin başındaki makam sahiplerine ait başlıklar ise kendi özelliklerini taşırlar.
1829’da fesin resmî başlık kabul edilmesinden önce büyük devlet erkânı mücevveze, selimî, yusufî, kallavî ve örfî adı verilen kavukları giymişlerdir. Ancak bir bürokrat farklı zamanlarda başka başlıklar giydiği için mezar taşlarında da zaman zaman farklı başlıklara rastlanır. Mesela sadrazam sefere çıktığı zaman ve arife günlerinde kallavî, Divan-ı hümayun toplantılarında, Cuma selamlığında mücevveze, padişah huzurunda, Eyüp Sultan Türbesi’ni ziyaret ederken ise selimî kavuk giymekteydi. Kallavî kavuk, sadrazam, vezir, üç ve yukarı tuğlu paşaların merasim kavuğudur.
Vezir, kallavî kavuğunun üzerinde sağdan sola çapraz olarak uzanan dört parmak kalınlığında bir istiva (bant) bulunurdu. II. Bayezid’den III. Selim dönemine kadar kullanılan mücevvezeli kavuk tipi genellikle mirahor, hazinedarbaşı, Darüssaâde ağası, Dergâh-ı Âli kapıcıbaşısı gibi sarayda makam sahibi kişilerin merasim kavuğudur. Bu nedenle kallavîde olduğu gibi mücevvezeli mezar taşlarının hangi makam sahibine ait olduğu da ancak kitabe metni okununca ortaya çıkmaktadır. Bunların aksine örfî kavuk tipinin ise başta şeyhülislam ve kazaskerler olmak üzere ilmiye mensuplarına mahsus olduğu daha net olarak görülür. Ulemanın mezar taşları çoğunlukla ta‘lîk hatla yazılmıştır.
Kadın mezar taşlarında ise hotoz şeklindekilerin dışında genellikle başlık yoktur. Ama bu taşlarda süsleme öne çıkmaktadır. Kitabenin üst kısmında çiçek sepeti veya benzeri süslemeler bulunur. Hotoz başlıklı olanların bazılarının boyun kısmında gerdanlıklara rastlanır. Osmanlı kadın mezar taşları süsleme açısından daha yoğundur. Lale, gül, karanfil ve sümbül gibi çiçekler ve çiçek saksılarının yanı sıra meyve tabağı motifleri kullanılmıştır. Özellikle ayak taşlarında ise servi ağacı, asma sarılmış servi ağacı, gül ağacı ve hurma ağacı gibi motifler tercih edilmektedir. Ancak modernleşmeyle birlikte bu süslemelerde natürmort etkisi görülmeye başlamıştır.
İstanbul mezarlıklarını iki ana grupta incelemek mümkündür dostlarım: Surlar içinin ve diğer yerleşim merkezlerinin dışındaki müstakil mezarlıklar ile şehrin içindeki türbe ve hazireler.
Türbelerin içerisindeki mezar taşları için bir örnek; adını merkezinde türbesi ve camisi bulunan, Hz. Peygamber’in İstanbul kuşatması için gelen sahabelerinden Ebu Eyyüb el-Ensarî’den alan Eyüp semti, bu sebeple müminlerin manevi bir merkezi, ziyaretgâhı hâline gelmiştir. Hatta bu muhabbetin bir sonucu olarak defnedilmeyi arzuladıkları mekânların başında gelmiş ve zamanla âdeta “uhrevi bir şehir” hâlini almıştır. Gerçekten caminin çevresi küçük-büyük birçok türbe ve hazire ile kuşatılmış durumdadır. Caminin üç tarafını kuşatan bu mezarlıklarda, hazirelerde hanedan ve saray mensupları, vezir, şeyhülislam ve diğer önemli devlet erkânının türbeleri, yine orta ve yüksek seviyedeki makam sahiplerinin ve yakınlarının yüzlerce mezar taşı bulunmaktadır. En eski taşlar XVII. yüzyıla ait ise de XX. yüzyıla kadar defin devam etmiştir. Ancak türbenin arkasında XVI, hatta belki de XV. yüzyıldan kalma mezar taşı parçaları istif edilmiş durumdadır.
Pek tabii bu tip semboller tarih bilimi için önemli olsa da hiyerarşi farkının bu alanda da açıkça belirtilmesi yaşayan beni incitiyor. Geleceğe not niteliği taşıyan bu dökümanlar tarih bilimine ışık yaktı, beni kafamda tonlarca soru işaretiyle bıraktı. Oscar Wilde’ın dediği gibi dünya hassas kalpler için bir cehennemdir dostlarım.