Fotoğraf: Sebahat Bahşi
Hatırlıyor musun, Sait Faik’i görmeye Burgazada’ya gitmiştik seninle bir yaz günü. Şiirlerine, öykülerine, romanlarına hayat veren evini görmek istiyorduk ikimiz de.
Romanda Oğuz Atay, resimde Van Gogh neyse öyküde de Sait Faik oydu bizim için. 1906 yılında doğduğunu öğrendiğimizde şaşırmıştık, o kadar hemhal olmuştuk ki yazılarıyla; Sait Faik’in doğduğu yıla bu kadar uzak olamayız, diye düşünmüştük.
Her ne kadar Adapazarı’nda doğmuş olsa da o bizim için “Adalı Şair”di. Denizin mavisiyle kendisini bir hissetmese nasıl yazabilirdi ki denizin dalgasını, adalı insanların hayatlarını? Denize yakın olmasa bu kadar, nasıl insanlara hayran olabilirdi? “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.” diyordu. Böyle naif bir cümlenin sahibini nasıl da görmezdik? İşte bunun için Burgazada’ya düşmüştü yolumuz bir gün.
Fotoğraf: Sebahat Bahşi
Muhteşem bir gün olacağını hissettiğimiz günün erken saatlerinde kendimizi Kadıköy’de bulduk. İkimiz de heyecanlıydık, sanki sabah akşam birlikte vakit geçirdiğimiz dostumuzu görecektik. Biliyorduk, Burgazada yolunda cebimizden bir Sait Faik karakteri çıkacaktı. Görse ne de sevinirdi öykülerinin hayatın ta içinde kendiliğinden var olduğunu. Yoksa biliyor muydu? Biliyordu kesin, bilmez miydi? Bireye odaklanmamış mıydı bütün yazılarında? Toplumu var eden bireye… Bireyin acılarına da yoğunlaşmıştı, bireyin sevincine de.
Bunları düşünerek ve Sait Faik’i yanımızda hissederek vapura binmiştik telaşlı bir şekilde. Sanki bir yere geç kalıyorduk, yani bilemiyorum, geç mi kalıyorduk acaba? Simit ve çayımızı almıştık, ki bu bir Sait Faik hikayesi olmalıydı. Çünkü severdi simidi, kokusunu. Martılara da simit atmıştık hatırlıyor musun? Beğenmiyorlardı simidin tadını ama geçim sıkıntısıydı işte. Sait Faik olsa ne derdi: Medar-ı Maişet.
“İnsanın en fenasında bir iyi tarafın bulunduğunu biliyoruz. Biz o iyi tarafı bulmaya, ondan istifa etmeye mahkumuz.” demişti Medar-ı Maişet Motoru adlı romanında. Biz de buna inanıyorduk değil mi? Aklımızdan bin bir düşünce geçerken kendimizi denize bakarken bulmuştuk. Çok da olağan dışı değildi. Sait Faik’i ziyarete giderken, denizi de yanımıza almalıydık ne de olsa. Denizin gökyüzüyle birleştiği noktayı da aklımıza kazımalıydık.
Fotoğraf: Orhan Ölmez
Bir Sait Faik hikayesinde gibiydik. Her şey tıpkı düşlerdeki gibi akıp gidiyordu. Biz Burgazada’ya süzülüyorduk. Her şey güzeldi. Denizin bittiği noktada adımımızı Burgazada’ya attığımızda büyülenmiştik. İkimiz de ilk defa geliyorduk buraya. Karaya ayak basınca ne yapacağımız konusunda kararsızdık. Aslında Sait Faik’e koşmak istiyorduk. Daha hızlı gideriz diye bisiklet kiralamıştık, hatırlıyorsun değil mi? Benimki çiçekli bir bisikletti, seninkisi ise senin gibi nazikti.
Fotoğraf: Orhan Ölmez
Bisikletlerimize bindiğimizde ikimizin de aklında birtakım düşünceler kendisini var ediyordu. Lise eğitimini İstanbul Erkek Lisesinde alarak kendisini yetiştiren ama okulunu burada değil de Bursa Erkek Lisesinde tamamlayan, yani bir gezgin gibi oradan oraya giden Sait Faik’i düşünüyorduk. İlk hikayesi “İpekli Mendil” idi. İpekli Mendil’i edebiyat ödevi olarak yazmıştı, buna da çok şaşırmıştık. Üniversite eğitimi için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine gitmiş olması beni mutlu etmişti. Sait Faik’le aynı yerlerden geçmiş olma düşüncesi çok heyecanlandırmıştı beni. Ama üniversiteye iki sene devam ettikten sonra üniversiteyi bırakması, kendimi yapayalnız hissetmeme neden olmuştu.
Fotoğraf: Orhan Ölmez
Semaver, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Havada Bulut, Son Kuşlar; en sevdiğim hikayeleriydi, sen de seviyordun. Onunla lisede tanışmış olmak, “Hişt Hişt” hikayesini ilk defa lisede duymak; beni çok mutlu etmişti. Her yerde hişt hişt diyen birileri vardı sanki.
Biz bu düşüncelerin içerisinde kendimizi kaybetmişken yokuş aşağı inmemiz gerektiğini fark etmiştim ben. Hatırlıyor musun, ne kadar da korkmuştum, bisiklet sürebiliyordum ama yokuşlardan inemiyordum; sen de çok gülmüştün. Neden aldık öyleyse bisikleti demiştin? Haklıydın, bisikletten inip yürümüştük. Onca yolu yürümek bana hiç de zor gelmemişti. Varacağımızın yerin güzelliğini biliyorduk.
Sait Faik’in Burgazada’daki o muhteşem, eşsiz ve deniz manzaralı evinin bahçesinde bizi Sait Faik karşılaşmıştı. Misafirlerini buyur ediyordu içeri. Evine girdiğimizde ise merdivenleri heyecanlı bir şekilde tırmanmıştık. Çalışma odasına girdiğimizde deniz manzarasına şahit olduk, hiç şaşırmamıştık!
“Tek ihtiyacım olan şey, bir deniz kıyısında sabaha kadar oturup olan biteni gözden geçirdikten sonra kafasında her şeyi aşmış bir insan olarak kalkıp gitmek.”