Şiirlerin Konusu, Fotoğrafların Öznesi: Kız Kulesi

Kız Kulesi

Denizin dalgalarıyla uyanırım her sabah, güneş daha doğmadan önce başlar günüm. Işıktır, âşıktır diğer adım. Denizin ortasında sancak gibi dururum, başı dik ve mağrur. Yüzyıllar olmuştur adımı duyuralı, kendimi göstereli. Ben ki en güzel yapıların belki en güzeli ve en güzel manzaraların değişmez öznesi.

Hakkımda rivayet çoktur, duyulur dört bir yanda. Küçücük bir adanın üstüne oturmuşum ben Üsküdar, Salacak’ta. Doğumum M.Ö 340 diye geçer. Hangi medeniyetin izini ararsan da vardır bende. Evliya Çelebi vardı bir zamanlar, gelirdi, görürdü, gezerdi beni. Yazdı iki satır hakkımda aslında bende öyle bildim kendimi. “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 arşındır. Sathı mesahası iki yüz adımdır. İki taraftan kapısı vardır.”

Fatih, Beyoğlu, Üsküdar ve Beşiktaş ezeli ve ebedi dostumdurlar benim. Güzelliklerine güzellik katarım. Ne taraftan misafir ağırlasalar, evlerinin en güzel köşesindeki pencereden beni gösterirler hayran kalarak.

Gümrük istasyonu olarak hizmet verdiğimi hatırlarım, gösteri platformu, savunma kalesi, sürgün istasyonu ve karantina odası. Nerede bana ihtiyaç varsa yüzyıllardır yerimde her göreve hazır ve nazırım.  

Kız KulesiBazen sislerin arasında kalarak, bazen günbatımında rengârenk parlayarak âşık ederim kendime görenleri. Bana sığınır insanlar dertlerinden kaçarak, umutla denizin dalgasına bakarak. Âşıklarım çok olsa da, sırdaşım, kaderdaşım bir tanedir koca İstanbul’da. Galata Kulesi derler onun adına, yüzyıllardır o da benim gibi dimdik ayakta. Ve o misafir ettiği kim varsa büyük bir aşkla, ilk olarak beni gösterir İstanbul sırtlarından büyük bir merakla. Bir şair vardı bizi seven, adı Bedri Rahmi Eyüboğlu;

“İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesinin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur…” Diyerek adımıza şiirler yazardı.

Kız KulesiSahi, size bana sığınan ve beni ilk gördüğünde büyük bir aşk besleyen küçücük bir çocuğu anlatayım, adı Karl Detroit.

Karl Detroit, 1827 yılında Almanya’nın Magdeburg şehrinde gözlerini dünyaya açar. Babası müzik öğretmeni olarak hayatını sürdürüyordur. Bu küçük çekirdek ailede işler bir süre sonra kötü gitmeye başlar. Küçük Karl Detroit’in anne ve babasının sürekli kavga etmeleri nedeniyle ailesi dağılma noktasına gelir. Akrabaları tarafından ailesinden alınan küçük çocuk bir yetimhaneye yerleştirilir. Zaman küçük Karl Detroit için çok hızlı geçmekte ancak büyüdüğü yetimhanede mutsuzluğu her gün artmaktadır. 12 yaşına geldiğinde bir gece yarısı yetimhaneden çarşafları birbirine bağlayarak kaçıp, büyük bir liman kenti olan Hamburg’a gelir ve bir gemide miço olarak işe başlar.

Çalışmaya başladığı gemiyle tüm Akdeniz ülkelerini gezen, çalıştığı işi de hakkıyla yapmaya çalışan bu küçük çocuğun hayatı çalıştığı geminin Marmara Denizi’nden İstanbul Boğazı’na girmesiyle değişir. Kendini bir anda bulunduğu gemiden denize atan ve bana doğru yüzen bu küçük çocuk bir süre sonra yanıma gelir ve tanışmamızı sağlarız. Gemidekiler ve etraftaki ahali küçük Detroit’in denize düştüğünü zannetse de o, küçük elleriyle bana doğru yüzerek gelmiştir. Benim bakımımdan ve güvenliğimden sorumlu görevli küçük Detroit’i yanına alır ve konuşmaya başlar. Çocuğun Almanca konuşmasına karşın yabancı dil bilmediği için ona karşılık veremeyen görevli bir çırpıda çocuğu Sadrazam Âli Paşa’nın yanına götürür.

Buradan sonrası da benim duyumumdur ki bu küçük çocuk Sadrazam Âli Paşa’yla sohbet etmiş, o gemiye dönmek istemediğini, orada dayak yemekten bıktığını ve kaçtığını anlatmış. Sadrazam Âli Paşa’nın “Peki ya neden Akdeniz’in onca yeri değil de İstanbul’da atladın denize evladım?” diye sorduğun da beni göstererek “Ben o kuleyi çok sevdim” demiş.

Almanların çocuğu geri istemesine karşı, Sadrazam Ali Paşa onu geri vermeyerek himayesine aldı. Mehmet Ali adını alarak Harbiye’de öğrenim görmeye başlayan Karl Detroit her bulduğu fırsatta yanıma gelir, gelemediği zamanlarda da uzaktan uzağa beni seyreylemeye koyulurdu. Mezun olduktan sonra da Kırım Seferi’ne, Bosna, Karadağ Savaşlarına katılıp, hatta II. Abdülhamid döneminde “Paşa” unvanı bile aldı.

Mehmet Ali Paşa, 1878’de Berlin Antlaşması’nda Osmanlıyı temsil eden üç önemli devlet adamından biri olarak doğduğu topraklara geri dönmüştü. İçim biraz buruktu ve vedalaşamamıştık. Her seferinde bir daha geleceğini bilirdim ancak bu sefer bir başkaydı. Almanya ziyaretinde çocukluğunu geçirdiği yetimhaneye uğramış, kaçtığı topraklara bir paşa olarak geri dönmüştü. Anlaşmaların yapılması sonrasında bir süre gelmesini bekledim. Zaman bir hayli geçmesine rağmen gelmedi, çok sonraları duydum ki bu antlaşmayla Hristiyan cemaatlere haklar tanındığı için tutucu çevreler tarafından Osmanlı'yı gâvura satan adam diye suçlanmış ve Arnavutluk’ta linç edilmiş.

Kız KulesiBenim küçük Karl Detroit’im, koskocaman Mehmet Ali Paşa’m artık yoktu. Peki, uzunca yıllar sonra onun yokluğunda nasıl mı teselli buldum?

Mehmet Ali Paşa’nın Hayriye, Leyla, Adviye ve Zekiye adlarındaki dört kızından olan torunları ve torun çocukları ilerde Türk edebiyatının ve tarihinin tanınan isimleri olurlar. Bu isimleri size söyledikçe hala gururlanır ve mutlu olurum. Kızlarından Zekiye Hanım’ın oğlu olan asker ve politikacı Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal Atatürk ile Harp Okulu yıllarında sınıf arkadaşı ve silah arkadaşıdır. İşgal altındaki ülkenin ve İstanbul’un kurtuluşunda büyük pay sahibidir. Mehmet Ali Paşa’nın kızlarından bir diğeri Türk Edebiyatı’nın güçlü ve önemli yazarlarından Sabahattin Ali’nin babaannesi, bir diğeri ise politikacı Mehmet Ali Aybar’ın anneannesidir. Kızlardan Leyla Hanım ise ilk Türk ressamlarından olan Celile Hanımın annesidir. Celile hanım genç yaşında Osmanlı memuriyetinde bulunan Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendirilir. Bu evlilikten 15 Ocak 1902’de Şair Nazım Hikmet dünyaya gelir. Ve Mehmet Ali Paşa’dan geriye kalanlar ile büyük gurur duyarak, şiirlerine beni özne edip fotoğraflarının merkezine koyanlarla, bana bakıp aşklarını yaşayan ve beni tüm benliğimle tanıyan tüm insanlarla teselli buldum.

Yüzyıllardır süren tarihe tanıklık, milyonlarca insanın ilgisine layık olmak ve hala dimdik ayakta kalmaya çalışmak!
Peki, ben kim miyim?

Ben şiirlere konu olmuş, binlerce fotoğrafın öznesi, kitaplarda adı geçen, İstanbul’un en nadide eserlerindenim. Ben Kız Kulesi’yim.

Metin: Sercan Polat

-->