Tulumbacı Teşkilatı, Çiroz Ali, Benim İnsanlarım ve Hikayeleri

Tulumbacılar Teşkilatı

Kalpten kağıda dökülüverse ya yazılar. En yalın haliyle, toparlama çabasına girmeden, sonsuz akan bir su gibi.

Kafamın içinde cümleler o kadar nizami ki. Ancak, elime ne zaman kağıt kalem alsam ya da bilgisayarın başına geçip klavyedeki tuşlara dokunsam o nizam kayboluyor. Cümleler çarpık çurpuk hep bir ağızdan “bizi düzelt!“diye bağırıyorlar.

J.K. Rowling gibi çoğu zaman dibe batmadığımı düşünüyorum hep. Olmuyor nedense, ben fantastik bir dünya yaratamıyorum. Bırakın fantastik bir dünya yaratmayı, ne zaman bir insan hikayesi ele alsam çuvallıyorum. Bilgisayarımda sizlerle buluşması gereken tonlarca Word dosyası kaydı var. Bir yerlerde öylece yarım kalmış hikayeler. Halbuki yaşandı çoğu. Evet dibe batmadım. Sıfırın altına geçmedi hayat hikayem. Ama içimdeki insanların hikayeleri anlatmaya değer.

Tulumbacılar TeşkilatıBu zamana kadar sizleri Lale Restoran ziyaretçileri, Abdülcanbaz, Mufassal Sokak sakinleri ve Şeker Ahmet Paşa gibi tamamlanmış hikayelerle buluşturdum. Sizce de anlatmaya değer değil miydi? Bu yazıları kaleme almayı seçerken hep içimdeki insanları konuşturdum.

Bugün ise Tulumbacılar Teşkilatı için bir aradayız. Bakalım benim insanlarımın sessiz sesi nasıl ele alacak bu yazıyı.

Öncelikle, “Tulumbacılar Teşkilatı yazısını ben yazacağım” dediğim günden beri, Nurhan Damcıoğlu’nun sesinden “Yangın Var.” şarkısı zihnimin playlistinde ilk sırada. Aklımda bu şarkıyla çokça okuma yaptım. Sizlerle paylaşılmak üzere ufak ufak bilgiler topladım. Hadi konuya pat diye girivereyim. Mesala; Tulumbacılar, Osmanlı Devleti’nde Yeniçeri Ocağı’na bağlı olarak Dergâh-ı Âli Tulumbacı Ocağı adıyla 1720 yılında kurulan itfaiye teşkilatıdır. 

Tulumbacılar Teşkilatıİstanbul Türkler tarafından alındıktan sonra yangın facialarında neredeyse şehrin simasını değiştirecek şekilde kayıplar vermiştir. Reşat Ekrem Koçu’nun anlatımına göre” İtfaiye Teşkilatına kadar, günlerce devam eden büyük yangın afetleri geçirmiştir İstanbul. Bu yangınlarda bazen sekizde birini, bazen dörtte birini, bazen yarısını kaybetmiştir. Saraylar, konakları, hanları, hamamları, çarşıları, ecdat yadigâr abideleri, nice bin sanat eserini, Türk İrfanının ve tarihinin hazineleri olan Kütüphaneleri, milyarları milyarlarca defa aşan maddi kıymet değerinde milli servet bir çırpıda yutup yok eden ateş facialarına karşı ilk koruyucu tedbir, ancak 18. yüzyılın ortalarına doğru Lâle Devrinin padişahı III. Sultan Ahmet'in büyük Veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yeniçeri asker ocağına bağlı bir tulumbacı ocağı kurulmasıyla alınmıştır. Ondan evvel geçen iki yüz yetmiş yıl boyunca yangınlar, semt semt asayiş ve inzibatı için kurulmuş yeniçeri kolluları “Karakollar” neferleri ile halk tarafından söndürülmüştür.”

Tulumbacılar TeşkilatıPeki, kimdir bu Damat İbrahim Paşa tarafından seçilmiş, yeniçeri asker ocağına bağlı tulumbacı? Bu kişi, ailesiyle beraber İstanbul'a geleren Fransız Mühendis Davud’dur. Davud, tersane önünde demirli bir geminin yandığını görmüş, sık sık çıkan yangınların İstanbul'da büyük tahribat yaptığını da dinlemiş, bu afete karşı bir yangın tulumbası icat etmiş, aynı yıl içinde Tüfekhanede çıkan büyük bir yangına tulumbasını alarak koşmuş, etrafına toplanan gençlerin de yardımı ve o tek tulumbasıyla bulunduğu noktada ateşi tutmuştur. Yangına giden sadrazam İbrahim Paşa

Davud Gerçek'in tulumbası ile ateş söndürmekteki hizmetini görmüş ve Davud Gerçek'i “Tulumbacı Ağası" tayin ederek yeniçeri ocağına bağlı bir tulumbacı teşkilatının kurulmasını emretmiştir.

Topladığım bilgilerden en ilginç olanı ise Tulumbacılığın aslında bir tür şehir kabadayılığı olması. Öyle ki, Tulumbacılık mesleği zamanın gençlerinin hayaliymiş. Tavırları ve kıyafetleri ile İstanbul’un en renkli zümrelerinden olan Tulumbacılar Avrupalı ressamlar tarafından da resmedilmiş. Edebiyat’ta ise Nabizade Nazım’ın Zehra’sında yer almışlardır.

Tulumbacılar TeşkilatıÇİROZ ALİ:

İçimdeki insan hikayesi Çiroz Ali’yle dile geliyor dostlar. Daha doğrusu benim insanlarımda Çiroz Ali de var.  Öncelikle sizi kendisiyle tanıştırayım; namlı bir tulumbacı olan Çiroz Ali 1879’da Defterdar’da doğmuş, yetim olarak defterdar tulumbası reisi ve defterdar kahyası İsmail'in himayesinde yetişmiş. Ayakları koşarlı bir tulumbacı olduğu kadar tulumbacıların çalgılı kahvehanelerinde güzel sesi ile semai okumada da büyük şöhreti olmuş. İnce, uzun boyundan ötürü arkadaşları “Çiroz” yüz güzelliğinden ötürü de İstanbul’un Nazenin hanımları arasında “Kıyakçıgüzeli” lakapları ile anılırmış. Bir gün Çiroz Ali verem hastalığına yakalanmış ve 1897’de Bakırköy’ünde dayısının evinde vefat etmiş. Rivayete göre İstanbul’un bir daha göremeyeceği cenaze töreni ile kaldırılmış naaşı. Önde tabut ardında 40 tulumba ile yangına gider kıyafette 600 tulumbacı, cenazeyi Bakırköy’den Eyüp’teki Camii kabire 1 saat 45 dakikada getirmişler. Çiroz Ali’nin yaşamının perde arkasını merak ettiyseniz Osman Cemal Kaygılı'nın "İstanbul'da Semaî Kahveleri ve Meydan Şairleri" adlı eserinde okuyabilrsiniz. Hatta mutlaka okuyun. Çünkü, insan hikayeleri kıymetlidir. Ve bir hayat binlerce kitaba sığabilir.  

"Yangın olur biz yangına gideriz
Düz ovada keklik gibi sekeriz
Yokuşlarda şahin gibi uçarız
Sandık sandıklar içinde çok şanımız var
Hazreti Mevla'ya yalvarmamız var..."

-->