Sanat ve toplum hayatına özgün bir anlayış getirilen bu dönem aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir döneminde “Lale Devri” olarak anılmamıştır. 1718 – 1730 yılları arasında yer alan bu dönem, Ahmet Refik Altınay’ın, İstanbul (1331 / 1913 Muhtar Halit Kitaphanesi) kitabında “Lale Devri” olarak geçer.
Bir süre sonra belirtilen yıllar arasındaki dönem “Lale Devri” olarak anılmaya başlanır. Bu dönemde Paris, Londra ve Viyana gibi Avrupa başkentlerine geçici elçilik heyetleri yollanmış, matbaa getirilmiş, çiçek hastalığına karşı aşı uygulaması yapılmış, “Tulumbacılar” adı altında bir itfaiye birimi kurulmuş, çini atölyeleri, kâğıt fabrikası açılmış; çeviri kitap konusunda enstitüleşme başlatılmıştır. Bu dönemde birçok kütüphane, cami, medrese, çeşme ve külliye de inşa edilmiştir. Bu eserlerden en önemlisi günümüze kadar gelemeyen Sadabad Kasrı’dır.
Lale Devri Çeşmeleri
Lale Devri yapılarında Fransa aracılığı ile Osmanlı mimarisi ile buluşan Avrupa mimarisinin etkileri sıkça görülür. Su mimarisinin öne çıktığı bu dönemde, aynı tarzı çeşmelerde de görmek mümkündür. Rokoko’nun yanı sıra özellikle barok etkileri köşk, kasır, sebil ve benzeri yapılarda öne çıkmaktadır. 1720 yılında Fransa’ya elçi olarak giden Yirmisekiz Mehmet Çelebi, XV. Louis’in üslubundan etkilenmiş ve dönerken yanında Versailles ile Marley-le Roi’nin planlarını da getirmiştir. Bu planların etkisi ile Kağıthane’de çok sayıda köşk yaptırmıştır. Suyun estetik olarak hem sosyal hayat içinde görüldüğü hem de dönem sanatçılar üzerindeki etkisi, özellikle çeşmelerdeki figür detaylarında dikkat çeker. Bu dönemde yaptırılan çeşme sayısının artmasının birkaç nedeni bulunur:
- Dönemde siyasi ve mali istikrara paralel olarak artan nüfus,
- XVIII. Yüzyıldaki değişimlerin, insanları dini ve askeri yapılardan çok sivil mimari tarzına ve yeni denemelere yöneltmesi,
Lale Devri’nde hem sanatsal detaylar ile süslenmiş hem de hiçbir bezeme yapılmayan düz çeşmeler inşa edilmiştir. Çeşmelerin temel yapı malzemesi taş olduğu için eserlerde de taş süsleme bulunur. Süslemelerde bitkisel, geometrik, silme – bordür türü, yazı ve çini olmak üzere beş ana öge dikkat çeker.
III. Ahmet Çeşmesi
Topkapı Sarayı’nın giriş kapısı ile Ayasofya arasına Sultan III. Ahmet (1703 – 1730) tarafından 1728 yılında yaptırılan çeşme, Osmanlı mimarisinde Lale Devri’nin simgesel çeşmelerinin önde gelenlerindendir. Yapının kuzey cephesinde yer alan tarih kitabesinde 1141 yılı okunur. III. Ahmet Çeşmesi’nin saçağında da Avrupa’dan getirilen bu yeni desenler kullanılmıştır. Dönemde inşa edilen yapılarda, üslup olarak lale ağırlıklı olmak üzere çiçek desenleri de sıkça yer almaktadır. Çeşmenin cephelerini kaplayan mermer rölyeflerde, dönemin karakteristiği haline gelen, başak biçimindeki sivri uçlu lale desenleri, vazodan çıkan gül ve tomurcuk desenleri ile üç iri lale motifi bulunur. Aynı motiflere, yine aynı sultan tarafından yaptırılan Topkapı Sarayı Yemiş Odası’nda rastlamak mümkündür. Dört cephede firuze renkli, altın yaldızlı sülüs kitabeler bulunur. Bu kitabeler devrin önde gelen divan şairi ve nesir yazarı Seyid Vehbi’ye aittir. Çeşmenin mermer cephelerinden çatıya geçişte mukarnas ve çini bantlar kullanılmış. Saçak başlangıcındaki ahşap profillerin içbükey yüzeylerinde ise kalemişi süsleme ile akantüs yapraklarına rastlamak mümkündür. Bu figür, Osmanlı mimarisi süsleme sanatları arasında ilk kez kullanılmıştır. III. Ahmet Çeşmesi, döneminin sanatsal olarak yeni çizgiler taşıyan çeşmelerinden birisidir.
Lale Devri sanatsal anlamda hızlı bir batılılaşmanın yaşandığı bir dönem olmamasıyla birlikte, kısa süren ancak çok fazla araştırmanın yapıldığı bir dönemdir. Klasik Osmanlı özellikleri, Barok unsurlar ile ustaca birleştirilmiş ve ortaya muhteşem bir mimari ve sanatsal sentez çıkmıştır. Âtıl durumdan çıkartılan III. Ahmet Çeşmesi ile artık efektif bir hale de getirilmiş, çeşme, suya kavuşmuştur.