Fotoğraf: Eda Ulutaş
Düşünsene bir çınara bakıyorsun. Çınara bakmıyorsun aslında, onunla konuşuyorsun göz göze. Dallarıyla kucaklamış sanki gökyüzünü “Bak!” diyor sana, “Bak, her gece başka yerden göğe bakıp gördüğün o yıldızlar tam burada, benim dallarımın ucunda beliriverir.”
Dönsene… Hemen ardında bir köşk var. Merdivenlerinden çıktığında görüyorsun, tek çınar değilmiş aslında. Bir üst kata çıksana hazır oraya gitmişken. Pencereden dışarı bak. Biliyorum, aslında bakıyorsun. İşte o zaman gökyüzünü kucaklayan dalların çokluğunu görüp, şu koskoca evrende ufacık bir nokta olduğunu nasıl da unuttuğunu düşünüp kendi kendine gülümsüyorsun.
Gülümsesene! O pencereden bakarken şehrin yığın yığın, tuğla tuğla, karbonlarla karartılmış, dolu keşmekeşine inat koskoca şehirde ufacık bir nokta gibi kalmış Validebağ Korusu’nun hala dimdik ayakta durma çabasına, direnişine... Yürek dolusu gülümsesene!.. Bak, sen de orada değil misin?
Fotoğraf: Banu Dal
Bu köşkte neler yaşandı neler!.. Hani “Duvarların dili olsa da konuşsa…” derler ya, bu köşk konuşur seninle. Az önce çıktığın o basamakların gıcırtısı, sınıfın ortasında duran o sobanın kapağını açman gerektiğini söyler belki de. Sen gözünü dışarıya kapat, içerine aç ve dinle en iyisi.
Neyse, biz çınarlara dönelim: Dallarındaki yapraklar biraz küskün sallanır sanki bu ağaçların. Rüzgârla her ufak çırpınışlarında, hani şu kelebek etkisiyle belki de geçmişte bir fırtına daha çıkartırlar. Yoksa senin de aklına Kerempe Burnu mu geldi? Fenerin hemen önünde patlayan hırçın dalgaların maviliği ile göz göze gelmiş olabilir misin? Derin kar zamanı doğmuş, Cide’nin toprağından yoğrulmuş, sadece insan için, her tür insandan oluşan toplum için durmadan üreten, yazan o kişiyi bulabilir misin pencereden baktığında? Bu günlerde değil, senelerce önce, o ileri yaşına rağmen, bir edebiyat öğretmeni olan “Mustafa Ural”ı yazdığı için onur kırıcı muamelelere tabi tutulan o yazarı, kendi karartma gecelerinde yatağından fırlayarak uyandığında hatırlayabilir misin? Sen şimdi bir kez daha kendi kendine söyleyebilir misin o unutulmaz şiiri?
Fotoğraf: Eda Ulutaş
“(…)
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu…
Hadi köyüne döndün diyelim,
Tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz gün görmüştür,
Anlar işin iç yüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer…
(…)”
Yoksa aklına Gideros Koyu mu geldi? İşte, bak sen de onun gibi düşünmeye başladın artık. Şimdi hırçın dalgaların huzura doyduğu, kâğıttan gemilerin bile suyun üzerinde pırıl pırıl durduğu bir yerdesin. Başını çevirmeden gözlerini kapa. Aklında çınarların, hırçın denizler gibi dalgalanışı kalsın. Çünkü biraz sonra duyacaksın, kadim zamanlardan gelen şamanların ellerinde çaldıkları ziller gibi çalacak Hafize Ana’nın zili. Uyanacak haytalar. Bir şarkı dolanacak dillerine, hep birlikte söylemeye başlayacaklar. Haydi, katılalım mı onlara? Ne dersin? Bu sefer, betonlaşmaya karşı ayakta durmaya çabalayan Validebağ Korusu gibi, Anadolu’nun Ilgaz’ı gibi düşünerek ama…
Metin: Sinem Baş
Fotoğraf: Nevin Azakoğlu