Her kapının ardında başka seslerin olduğu bir cadde burası. Sanki bir insan müzesi. Bu cadde, İstiklâl Caddesi.
Tünelden gelen, meydanda kendince dağılan akıma ilk kez kapıldığımda sanıyorum 9 – 10 yaşlarındaydım. Hava hafiften sıcaktı. İyot kokusu burnumuzu okşayan bir rüzgâr taşıyordu sesleri Tünel’den yukarı doğru. Sadece sesleri mi? Kadim ruhları, anlık düşünceleri, konuşmaların - sessizliklerinin bin düzinesini… Bir de binalar vardı. Dün gibi hatırlıyorum, caddenin ortalarına doğru geldiğimizde bir Yahudi türküsü duyduğumu. Işıl ışıl bir zaman-mekân kapısı gibi, sadece o bölgeden geçenlerin kulaklarını dolduruyordu. “Nereden geliyor olabilir?” diyerek kafamı kaldırdığımda gördüm bu caddenin sadece göğe doğru bakınca görülen hazinelerini: Binaların dış cephelerinden sokağı bilge bir sessizlikle izleyen aslan başı, insan yüzü kabartmalarını, balkonlardan dışarı süzülen tüllerin rüzgârla dalgalanmalarını. O zaman “Benim, buradan başka yerde yaşamamın imkânı yok.” dediğimi hatırlıyorum. Şimdi bana sorsanız “Sinem, o hangi binaydı?” diye, inanın yanıtı bilmiyorum. O anda, cadde üzerindeki ışıldayan kapıdan geçtim sanıyorum.
Siz bu satırları okurken yüzünüzde istemsizce bir gülümseme belirdiyse siz de o kapıları biliyorsunuz demektir. İşte bir tanesinden birlikte geçeceğiz şimdi. Üstelik bu kez sadece görünür olmakla kalmıyor bu kapı, açtığınızda tavandan asılı küçük zil, içerideki dünyaya sizi uyandırıyor! Bu zil sesi sizi İstiklâl Caddesi’nin akan kalabalığından, iki nabız arası sessizlik kadar dingin bir zamana çekiyor. Buyurun, hep beraber o dinginliğin tadını çıkartalım. Panter Kırtasiye’de, sahiplerinden Aydın (Arpacı) Bey ile sizi baş başa bırakayım:
Bu dükkânın geçmişi, 1910 yıllarına dayanıyor. Çituri Biraderler kırtasiyecilik yapmışlar ilk önce. Burası Beyoğlu’nun en eski mekânlarından birisi. Çituri Biraderlerden sonra bizim de eskiden komşumuz olan Paskal Kotaki burasının sahibi oldu. Çok iyi insanlardı, karı koca işletirlerdi. Kendisi vefat ettikten sonra biz devraldık. Aynı şekilde, hiçbir şeyi bozmadan, Beyoğlu’nun değerini temsil eden bir dükkân olarak o kaliteyi, o kültürü yansıtmaya çalıştık. Eşyalar, hepsi o ilk yapıldığı zamanın eşyaları. Aynı hali ile bugüne kadar korunarak gelmiştir. Ben, 1969’dan itibaren biliyorum, ondan öncesinde de kesilmiş faturaları ya da çeşitli evrakları bulduk. Babamın önceki işyeri, Emek Sineması’nın olduğu sokaktaydı. 1938’den bu yana burada olduğu için Beyoğlu’nu çok iyi bilirdi. Bizim de hayatımız burada geçti.
Bu nedenle, buradaki değişimi o kadar net görebiliyoruz ki… Biliyorsunuz, İstanbul’da 1970’lerin ortasına kadar “ekalliyet” dediğimiz kişiler, sosyal ve ticari hayata çok hakimdiler. Bu insanların çoğunluğu Rumlar, Ermeniler, Bolşevik ihtilalinden kaçan Beyaz Ruslardan oluşmaktaydı. O zaman görürdük karı-koca, çocukları ile beraber, şık giyinmiş; önce bir pastaneye giderler, bir şeyler yerler, sonra sinemaya giderler, sonra caddede gezmeye çıkarlardı. İnanır mısınız, tüm caddede akşamları mağazaların ışıkları açıktı. İnsanlar saat 11.00 – 12.00’de buralarda gezerlerdi. Kepenk sistemi yoktu biliyor musunuz? Kepenkler kapatılmazdı. Anlayacağınız toplumda güven, huzur ve saygı vardı. Biz o zaman Kumbaracı Yokuşu’nda otururduk, mahalle kültürü vardı. Komşuluk ilişkileri saygı üzerine kurulmuştu, farklı dinlerdeki insanlar; örneğin oruç tutulurken dışarıda başka dine mensup olanlar asla yemek yemezler ya da sigara içmezlerdi, aynı şekilde bizler de onların dini bayramlarına saygı duyardık, paskalya bayramlarında hep beraber renkli yumurtalarını yerdik. Bu anlattığım insanlar bazı sebeplerden dolayı ülke dışına gitmeye başladıklarında, dengeler değişmeye başladı. Bizler sanki ortada kaldık, kültür “eksilmesi” de böylelikle başladı. Gel zaman git zaman, buradaki o eski mağazalar tek tek kapanır oldu. Bizim mağazamız gibi yerlerin sayısı giderek azaldı. Bu yok oluşun en önemli nedeninin, insanların bakış açısının maddiyata kayması olduğunu düşünüyorum. Bazen diyorum ki “Belki bizim toplumun bakış açısı hep böyleydi, yani para kültürden her zaman daha değerliydi. Binalar, kültürel aktiviteler yavaş yavaş ortadan kalktıkça bu bakış açısı kendine yer bulmaya başladı.” Mesela bizim komşumuz, Denizler Kitabevi vardı, iç ahşap dekorasyonu, dokusu ile çok tarihi bir yapıydı. Şimdi yıktılar, lokanta yapıyorlar. İçindeki o tarihsel doku tamamen yıkıldı, bitti. Robinson Crusoe vardı, aslında çok eski, tarihi bir yapı değildi. Ama o kadar güzel bir dizayn yapmışlardı ki inanılmaz bir dükkândı. Nasıl kıydılar o güzelim kitabevine, aklım almıyor. Robinson Crusoe’dan sonra oraya gelen, gümüşçü idi sanırım, tabii ki daha yüksek bir fiyat vermiştir kira olarak. Şimdi o çıkıyor, daha da yüksek kiraya başkasına verilecek. Burada birçok benzeri kitapçı vardı. Robinson Crusoe’ya kitap almaya gelen, bizden de kırtasiye malzemesi alırdı. Biz birbirimizi destekleyen esnaflardık. Mesela Beyoğlu’nun simgelerinden Markiz Pastanesi’ni yaşatamadık. Turist buraya geldiğinde, o eski binalar, mağazalar olmadan hangi yaşanmışlığı hayâl edebilir? Bina sahiplerinin ellerindeki 100 yıllık tarihi binaları yıkıp yerine alt kat, örneğin banka; üst katlar otel olarak kiraya vermesi bu dokuyu tamamen bozar. Bu cadde ne kadar değerli olursa o kadar kaliteli müşteri gelir, bina sahipleri daha fazla para kazanabilir. Burasının kalitesi dükkânlarına, mağazalarına bağlıdır.
Şu soru aklınıza gelmiyor mu: Para, tarihten, tarihi dokudan daha mı değerli? Yurtdışına gidiyoruz, gezdiğimiz, “muhteşem” dediğimiz yer İstanbul’un tüm tarihi bölgesinin yüzde 5’i. Aklıma İstanbul düşüyor. O kadar muazzam ve bir o kadar da bilinmeyen, üstü kapalı bir şehir ki. Üzerinde durduğumuz şu İstiklâl Caddesi, tarihi dokusu, kültür-sanat olgularının bu kadar iç içe olması, sokağında yürüyen insanının renkliliği… O kadar güzel ki. Ancak bu güzellikleri bozan birçok da yapı var. Bakın, tam karşı çaprazımızdaki şu bina. Harabe gibi durmuyor mu? Yıllardan beri böyle. Birilerinin bu bina sahibine sorması gerek “Arkadaş sizin neyiniz var, derdiniz ne, niye bu bina yıllardır böyle?” diye. Aynı şekilde bir bina var, Tünele giderken sol tarafta. Çok güzeldi, altında müzik aletleri satan bir yer vardı, tuğlalı, şahane bir dükkândı. Kapatıldı. Nedeni de mirasçıların kendi aralarında anlaşamaması. 10 seneyi geçti orası öyle. Şu caddede bir tane kapalı yerin kalmaması lazım. Böyle binaların, yapıların olduğu yere insanlar niye gelmek istesin? Sadece Yemek için İstiklâl Caddesi’ne gelinmez, böyle bir kültür merkezine ancak gezmeye, görmeye ve eğlenmeye gelinir. İnsanlar birbirine “Haydi gel, çocukları da alalım, caddeyi gezelim. Şurada bir oyun varmış, girip onu izleyelim, yeni bir film gelmiş, ona bakalım, yeni ne sergiler var? Göz atalım.” demeli, İstiklâl’e bu amaçla gelinmeli. Sadece dürüm döner yemeye, nargile içmeye değil. Bu tarihi doku korunursa çocuklarımıza aktaracağımız güzel bir miras bırakmış oluruz. Bunun yanı sıra, çocuklara binaların, fresklerin, mimari yapıların tüm tarihi ile anlatılması lazım. Böylelikle çocuklar bir esere baktığında anlamını çözebilir.
Panter Kırtasiye’nin olduğu bina, İngilizler tarafından eğitim amaçlı yapılmış. 1980’lerin sonlarına doğru da İngiliz Lisesi, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Şu anda da okul olarak devam ediyor. Okul adeta sahip olduğu eşyalarla bir müze havası veriyor. Zamanında Günseli Başar gibi çok seçkin insanları kültürel, akademik ve sanatsal olarak hayata hazırlamış bir okuldur burası. Bu tarihi yapının girişinde bulunan bu yer de Beyoğlu’nda nadir kalan dükkânlardan bir tanesi. Panter Kırtasiye’yi, eski İstiklâl Caddesi kültürünün ayakta kalan son kalelerinden birisi olarak görebilirsiniz. Biz de elimizden geldiği kadar ayakta tutmaya çalışacağız. Bu caddenin var olan kültür değerlerine sahip çıkmaya çalışıyoruz, ancak bizim gibi dükkânlara destek olunması, tarihi doku taşıyan binaların korunması, uzun süredir harap halde bekleyen yapıların acilen bu inşaat durumundan çıkartılması ve caddeye katılması lazım. Tüm tarihi binaların restore edilmesi, sokakların meydanlara açılması lazım. Caddeye gelen insanların can ve mal emniyeti, özellikle de geceleri, daha sıkı önlemlerle korunmalı. Çünkü İstiklâl Caddesi gibi tarihi dokuyu, gelecek nesillere düzgün şekilde bırakmak bizlerin boynumuzun borcudur.
Fotoğraf: Panter Kırtasiye